31 Aralık 2010 Cuma

Kutup Yıldızı



Kutup yıldızı hasta olmuş.
Çok düşündüm bahar gitse kış kalsa da o varken olurmuş.
Bir çözüm bulacakmış çünkü.
O iyi olursa kış bile geçermiş.
İyi gelen ne var ki! Ondan başka...


22 Aralık 2010 Çarşamba

Gündönümü


Gün olmuş.
Gece olmuş sonra ama çok bir başkaymış.
Upuzun olacakmış çünkü.
Bir kutup yıldızı demiş ki;
"Büyük büyük yıllar geçmiş. Ay, gündönümüne yetişmiş. Eğer yan yana olursak bahar gelecek!"
Uzun rüyalar bitmiş, uzun uykulardan en uzun geceye uyanmışım.
Kar küresine baharı getirecekse kutup yıldızını dinlemeli!
Çünkü o da en az bir yüzgeçli kadar iyi...
Kalpleri çok iyi olanlar çok üzülünce, çok yorulunca bahar gelirmiş.
Mutlu olsunlar diye sırf.
Yalancıktan değil, sahiden olsun ki hiç iz bırakmasın yaralar.
Geceyi kollamış minik ışıklar, daha uzun olsun diye... Ama bitmiş.
Sonra sabah olmuş ve bakmışlar ki bahar güneşi!
Ayı dünyaya yaklaştırmış, geceyi uzatmış ve baharı getirmiş kutup yıldızı...
Daha ne olsun!
E öyleyse...
O da hoşgelmiş!


17 Aralık 2010 Cuma

Miğfer



Bunun bir yolu olmalıydı ki zaten. Birileri düşünmüş olmalıydı.
Başka türlü olamazdı ki.
Böyle sürüp gidemezdi.
Kafam sıcakken daha azmış rüyalar, yüzler yabancıymış... Yabancı yüzler, tanıdık üzmeyen yüzler...
Bunun bir yolu varmış ki!
Akıldan çok akılcı olmalıymış... Kandırmacalar da neyin nesi? Sesler, rüyalarda uzun sohbetler...
Birazdan ısınırmış kafam, hepsi bitermiş. Deniz yıldızı kutup yıldızıymış şimdi, şimalmiş...
Çok üşüdük, çok bekledik ne de çokmuş da yorulmuşum, kıpırdamaz olmuş yüzgeçlerim.
Halbuki yorgunken bile ne çok mendil sallamıştık, ne güzel beklemiştik güneşi... Canım güneş olmuştu sonra. Pazar güneşi olmuş, şarkı olmuş sonra... Sonra sadece şarkı.
Üzdü, öyle üzdü ki tebessüm hep hüzün oldu, dudağımın kenarında izi kaldı.
Belki kafam çok ısınır, izi bile kalmaz belki bir gün, gün olur da bir gün... Hiç kış olmayana kadar yüzgeç sallarım yine...
Başka başka diyarlardan kartpostallar alırım, sadece tebessüm olurum yine...
Gün olur, güneş olur, yine kış olur ama hep olur...
Bi gün sadece gün olur.
Tebessüm olur.

16 Aralık 2010 Perşembe

Blue Skies



Gün yerli yerinde, rüyalar kadar aynı. Yüzler ve eller... Aynı.
Rüyalar bitsin diye gökyüzüne baktım, geceler büsbüyük olsun, mavi olsun, uyumak yok!
Yoruldu gözlerim çok yoruldu, sonra bir şarkı söyledim.
Bir şiir seçtim ve iyi gelmedi.
Çabaladı, vazgeçti.

"Tanıyordum elimden gelmiyordu
Yoksa ne güzel aldanacaktım"

Böyle havalarda yüzgeclerim iki yanıma düşüyor, kafamdan başka çalışan yok.
Çalışmasa o da aylak!
Hep bahar, hep kış olana kadar...
Uyusak hep kışsız diyarlara uyansak.
Balıklar da içer, şarabı ılık içsek sıcağını unutsak...
Sonra sonra kromajlı pırpır...



"Ben 11'le gideceğim sen 17'yle mi?"

9 Aralık 2010 Perşembe

Wild is the wind.


Ve kar küresinde tek pusula... Tek mendil.
Yabani, en az rüzgar kadar...


"love me love me say you do
let me fly away with you
we are creatures of the wind
wild as the wind
give me more than one carress
satisfy this hungriness
we are creatures of the wind
wild is the wind

you touch me
i hear the sound of mandoline baby
you kiss me
with your kiss my life begins

like a leaf clings to a tree
baby please cling to me
we are creatures of the wind
wild as the wind

you touch me
i hear the sound of mandolines
and you kiss me
with your kiss my life begins

love me love me say you do
let me fly away with you"



6 Aralık 2010 Pazartesi

Kış


Geceler uzun, kar küresinde daha da uzun.
Günler yorgunken gece şarkılar eşlik etse... Daha mı çabuk döner dünya?
Şarkılar, ellerim üşürken canımı yakar, ısındığında şiirler...
Bugün nefesim ısıtmaya, kalbim soğutmaya yetmedi.

-Dünya! Hızlan... Acelemiz var, üşüyorum. Ve bazen çok sıcak içim.

Unutmuş sanki, hatırlatsam da dönse. Yalandan değil. Sahici dönse!
Gözlerimi çok kapasam, dönsem dönsem... Dönsek!
Ayaklarım yorulduğunda bir avuç tatlı su... Kana kana içsem, okyanuslara kadar soluk olsa, hayat olsa, tat olsa...
"Bu karanlık böyle iyi" değil. Korkarım, çok korkarım. Biraz ışık olsun, biraz renk...
Dolunay olsun.
Şeker koksun gün gece, hayat olsun. Tat olsun.
Hemencecik bahar olsun...

1 Aralık 2010 Çarşamba

Kar Küresi




Dudağımın kenarında hüzün rengi. Ne de yakışmış!
Mis gibi renk yağarmış, parlak... Huzurmuş kar küresi.
Çok üzülünce kırmızı balıkların kozası olur, bir anda tertemiz okyanuslar gibi...
Uzaklarda bir yerlerde, beklediğim okyanus rüzgarı. Dalgalar ve kıyılar, temizler tüm kirlerimizi.
Yağsın renkler, ağır, sessiz.
Kimse gerçek, kimse masum, kimse çok değil.
Belki yine...
Çocuk oluruz belki, yine çocuk. Herkes olması gereken yerde. Saatler emanet... Zamanı gelmiş çoktan da varlar yok olmuş. Yine de varlar hep var. Uykusunda yok olsun, kar küresi dönüştürür. Acıtmaz. Uykumda alır, rüyalarım yine sadece rüya...
Sakın unutmasınlar, ben uyurken birazcıcık sallansın dünya, renkler hep yağsın! Yoksa geçmez ki kağıt kesikleri.
Dudağımın kenarında huzur rengi, bulur bir gün. Ne de yakışır, ne de sever... Bir bilse!
Düşümden sonra, uyandığımda... Uyumadan biraz biraz önce...
Kocaman soluklarım, kocaman adımlarım için...
Kocaman bir aferin bana.

25 Kasım 2010 Perşembe

Kum Saati




Günler gecelere sığmıyor.
Dengesi şaşmış zamanın, en sevdiğim akreple yelkovan yok. Miniminnacık kum taneleri... Zaman ninniler söylüyor, gökyüzü deli! Işıklar, sesler... Deniz yıldızları çaresiz. Öyle büyük sindim ki, denizler altında bir panik. Çabalıyoruz unutalım diye... Zoraki gülümsemiyoruz ama, asla! En içten tebessüm ediyoruz. Dudağımın kenarında hüzün rengi. Ne de yakıştı!
Zor, evet... Yine de zaman sanki geçiyor. Başka çaremiz mi var?
Düşünmeyi bırakamadım, her şeyi bıraktım. Bir onu... Gizlendiğim yerde açık yaralarımı sararken kafamda açılanları kalbimdekilere mi sorsam? Ya da...
Açık vermeye devam etsem... Tuzlu su canımı yaksın, hala hissedebiliyorken... Sarmasam mı? Ne güzel! Şanslı balık seni! Gidonları kromajlı pırpırın gelmezse bu acıya da duyarsızlaşmayacak mısın? Ya geç kalırsa?
Pervanem var benim, biliyorum biraz az kaldı, çok üzüldüm. Biraz daha üzülürsem kafamın üstünden bitiverecek... Şu tepemdeki fırtınalara aldırmadan, gürleyen gökten korkmadan çok uzaklara götürecek beni, biliyorum. Portatif akciğer buldum hem, ikinci el.
Yarı yolda bırakırmış mış. Bozulurmuş... Bozulursa bozulsun!
Yolum yarım kalmışsa hem, daha kaç yıl nefes alacağım ki!?

22 Kasım 2010 Pazartesi

Masal


Başımı bulutlara yasladım, öyle ağır ki.
Bir masalım varmış, dinlesem... Hep dinlesem, geçer mi her şey? Masalın her cümlesinde geçmişten bir anı silsem, hep silsem. Zaten bildiğim her şey aslında masalmış. Uyandırmasaymış, hep uyusaymışım. Bunca yıldır, tüm bildiklerim...
Bir masala başladım, öyle her masal gibi değilmiş, uykudan önce değil, uyandıktan hemen sonraymış. Evet zormuş inanmak da inandırmak da.
Ama yorulmamacasına koşmak varmışsa da, ne geçmişmiş ne gerçek! Tüm o minik pırpırlar hep benimmiş, hepsi. Yanıltmış, yokmuş, hiç olmamış. Bir kere atmış, sonra... Hemencecik durmuş... Şimdi deli koşarsam kime neymiş? Kimse bilmese de balıklar bilir. Hep bilir. Rüyalar varmış çünkü. Rüyalarım gerçek. Elleri ellerimi tutarmış.
Her şeyi unutup bi onu... Hatırlamak varmış. Umursamak.
Uyuyan değilmişim artık. Bu gerçek bir uyanışmış.
Gerçekmiş.
Bir de gerçek varmış. Buz gibiymiş, hasta etmiş.
Bildiğini sandığı her şeye yeniden başlamışken, başlangıcı yalanmış. Hiç olmamış, zaten yokmuş. "Oysa rüyalar..." demiş, kimsecikler duymamış.
Öyle hasta olmuş ki... Kızmış ve yaralanmış.
Bulutlar çok taşıyamaz, öyle ağır ki başı... Yıldız tozları dökmüşler, iyileşsin diye...
Kayalara sinmiş, üşümüş, çok üşümüş.
Tekrar uyumayı dilemiş.
Ama bilmiş.
Hep çok bilmiş.
Artık uyumak yokmuş.

20 Kasım 2010 Cumartesi

Mecburi Yön



Boş düşünce balonu basınçtan patladı.
Kafamın tam üstünde bana ait olmayan davranışlar sergilememe sebep olan bir buz kalıbı mevcut. Saçma düşünceler, aşırılıklar.
Evet farklı, ilk hatta. Ama her süreç gibi önce tanı, sonra tedavi. Erimiş oksijeni reddediyorum, yeteri kadar beslenmemek algıda gerileme yapmakta.
Sen ki aklıselim... Sarsılmaz, kuyruğu her daim havada...idin. Gözlerini bağladın, peki. Kafanı uyuşturmak da neyin nesi?
Böyle de olurmuş, tırnak kadarken bile yapmadığı saçmalamacaları yaparmış, eli ayağına dolanır yemeden içmeden kesilirmiş. Sadece üzülürmüş, yumurtadan yeni çıkmış bir koca kafa gibi o başını nereye yaslarsa orada kalırmış. Dünya çok kocaman, çok ağırmış...
Hayatı tersten yaşayan bir balık, tüm genellemelerin dışında durur, bazen tepkileri sıradanlaşır.
İlk aşık olduğunda aşka aşık olan, sonradan neye aşık olur? İşte ta kendisi!
Memnun oldum.
Acelesi varmış, tutmayayım. Peki.
Ben daha buralardayım.
Gerçek bu muymuş? Genellemeler de neymiş?
Aklım yerinde değil, buz kalıbı eriyene kadar ben ben değilim. Cevaplarımı sevmedim, alışamadık birbirimize, kullanamayınca attım. Yenileri lazım.
Ve üstelik ileri mecburi yön. Beynimi mizansene zorladığımda başarı grafiği yüksek. Zamanı kandırıyorum. Beni unutuyor bazen bazen. Kopmaları toparlayamıyoruz henüz. Dost deniz yıldızları gözlerden geçeni görüyor, sessizce kızıyor.
"Şiiii! Şıpıdık aklından geçeni tuttuğun gibi bırak". "Geçti kırmızı balık."
"Ama..." diyorum sonra... Bir benim kafam dondu, yoksa durdu mu dünya?
Yeni cevaplarım olmasa da bilirim, güzel bir genellemedir; "tüm türlerin efendisi kendisi"...
Kesici aletler kullanıyor rakip firmalar, bıçak kesiği... Birdenbire... Temiz iş.
Ben de öğrenebilirim kullanmayı ve belki bu defa gerçekten yüzgeçlerimi...
Evet, keserim.
Yapacak pek bir şey aklıma gelmiyor tedavi için.
Çünkü bunu tanıyorum sanmıştım.
Gerçekten yanılmışım.

18 Kasım 2010 Perşembe

Veda



Derinler dünyadan çok uzakmış. Masallar yok. Güneş hiç yok.
Saatler yavaşmış ondandır yılların hızı... Birbirine benzeyişi...
Ya da, tam tersi. Nasıl istersek... Öyleymiş.
Ama İgor bunu bilemez. Ve daha pek çok şeyi... Bilmez o.
Derinler uzak ve derinler... Gerçekten soğuk. Kayalara sinerken ona bakamam ki.
Kötüyüm artık, hem de ne fena kötü! Sabun kaçmış zihnim, ağır hasarlı. Boş düşünce balonu başımın tam üstünde. Kaç gün sonra göğsümden kalkar ki yükü? Çünkü bunu tanıyorum, yeri dolmuyor.
Gözlerim doldurur ama her yeri ve her şeyi. Ve ben, ağlarken de görebilemem ki!
Karışır her bir şeyler, dünya karışır... Çok meşgulken gözlerim ve de kalbim çok meşgulken üzülmekle, bilmesin kimseler. Görmem, görünmem ki.
Kayalara sineriz, iyileşmek yoksa... Bilmesin kimseler. Bunu tanıyorum, zor geçiyor.
Yine uzak bir gün dönümüdür, ve belki de yakındır sonsuzluk. Bir yerde biter acı, birileri der ki "Yeter!"
Biz güldüğümüzde yalnızca. Hep gülmüyor oysa, bakamıyoruz artık birbirimize.
O da bana bakamıyor ki. Zihnime sabun kaçmış, boş düşünce balonu. İgor bilmez, bilemez.
Ve bir veda da ona... Çünkü tanıyorum, zor geçiyor.
Olsun.
Hepimizin canı sağolsun.

17 Kasım 2010 Çarşamba

Peki.



Yıldım, yorulmadım.
Hayır, asla. Yüzgeçlerim var benim, yorulmam ki.
Acı, çok keskin, net.
Sen ki... Tatlı su sarhoşu... Okyanus mu çarptı o şıpıdık aklını?
En tatlı suları görmüştün ya hani, zehir gibi tuzlularını da...
Hani kimse bir daha canını yakamazdı?
Geçmezmiş...
Çok acı var, hem de büsbüyük acı.
Eşit mesafe kuralı-y-dı!
Bir akşam... Mutlu bir renkti, devetüyü...
Yol ayrımında G.'yi seçtin. Birbirinizi B. sandınız oysa... Oysa, "we can..."
Derinler hep karanlık, bilmez miydin ki? Yine o korktuğun oldu.
Birilerinin kuralları, çizgileri... Hepsinden bilgeydin sen, hani artık bölemezdi kimse seni?
İyot istedi canın, okyanus rüzgarı özledin.
B.'ydi. B'ydin. Mendil salladın, gün saydın. Geceleri kolladın, saatler size düşmanken uyku seni tutmasın istedin. Öyle çok istedin ki, tutabilemedi. Okyanusları aştı, bir pusula oldu sonra, kalbin çok attı, deniz yıldızlarına anlattın. Hepsi bildi. Ne büyüktü kalbin, hepsi bildi. G. bilemedi. Bilmemeliymiş, istememiş bilmek. Kalbi de gözleri kadar yalan söylemiş, bitmişmiş-ler oysa...
Peki.
Kurallar yüzgeçsizlerin, okyanuslar benim...
Yorulmadım ama acıya kandım.
Peki.
"We can't have it"

13 Kasım 2010 Cumartesi

Düş(üş)




Yorgun terbiyecisi.
Takas etti hep ama hep. Umut almadı hiç, sevmez.
Hiç sevmez.
Kanıksadığı kayıtsızlığı ağırmış artık. Yine de umut almamış, sevmez.
Yorgunlar buldu hep, kalbini açtı hep ama hep. Sonra günlerden bir gün, yorgun bir denizatı uğurladıktan birazcıcık sonra huzura yakın bir şey gördü. Çok benziyordu rengi, gördü evet. Kalbi kocamanmış, kocaman atarmış. Sığınmış sanki. Kalbini açsa biraz sonra... Biraz soluklanıp yine fırtınalar yaratırmış birazcıcık sonra. Çünkü umut alırmış soluk almazsa, sevmez.
Soluk almamalıymış ve aslında umut hiç yokmuş. Beklemezmiş, sevmezken. Ve bilmek yetermiş. Bitince... Tesadüfler hiç yokmuş, ayrı ayrı bilmişler. Görmemiş, anlamamış birmiş bilmeler.
Ama beklemezmiş. Düşler düşüş olmuş. Kurallar varmış ama başka yerlerde. Denizler altı... yirmibinmilyon... Işık yılı kadar uzak...
Denizler altında derin her şeyin. Hissedersin, bilirsin. Gözleri kalbi kadar kocamansa hala, bitmeler yokmuş.
Bitmeleri bilmek için pulların bırak dokunsun.
Sahiden dokunmuş kalbine, çok dokunmuş. Okyanus rüzgarı...
Oysa ki donmuş, ölmemiş donar gibi olmuş, çok acıtmış. Ellerine, üzerine sinmiş kokusu. Üzülmüş hep ama hep. Kimse kendisi gibi kokmamış oysa. Kimsenin dudakları acımamış onunkiler kadar.
Daha çok bilmiş.
Bir dilek dilemiş.
.....
.....
.....
.......

Bunu kimse bilmemiş.

10 Kasım 2010 Çarşamba

Coxcomb Red



Ruhun o koca bedende devinip dururken kırmızıya yakın bir şarkı dinlersin. Senden daha dost bir balık yokmuş ki! Ve sonra, sonra sonra... Küçücük bedene koca bir ruhu sığdırmayı özlersin, yine de dinlersin...

"Senin gözlerinde, beni olmak istediğim gibi tarif eden bir şey vardı..."



30 Ekim 2010 Cumartesi

Araf


Kimliksizdim.
Sessiz ve tarafsız.
Adımlarımı mı ölçmüyorum artık? Kuyruğumun eni boyu öncekiyle aynı değil. Taraf tutuyorum. Haksızlık, bile bile bayrak kaldırıyorum. Mendil bezinden ve de pamuk şeker sapından yapılınca daha az masum olmuyormuş ki.

Tarafsızdım.
Kimliksiz ve de sessiz.

Hala büyük büyük sabırsızım, daha az unutkan. Güne aynı soruyla uyan, aynı soruyu uyku öncesi hatırla, yine ona sarılarak uyan. Olacak iş mi? Soruları sevmem ki!
Sabırsızım. Ve üstelik artık birazım susuz yaşıyor, özgürlük var kıyısında. Uzun süre taze oksijen tüketebiliyorum, içim şişmeden. Havaya dokunurken var. Suyu özleyip yüzümü yıkarken hep, hep tarafım var. Yıkayınca geçmiyor. Yüzüm biraz tedir-gin renginde. Biraz üzgün renkle boyanıyor sonra. En son yine sabırsız ve de meraklı. Ama merak rengi hiç yakışmaz.

Sessizdim.
Tarafsız ve de kimliksiz.
Ama en çok da sessiz.

20 Ekim 2010 Çarşamba

Pusula



Sarsak bir balık hiçbir şeyi vaktinde yapamazmış...
Kozadan çıktım.





Evet belki hala biraz sarsağım ama...
Meğersem Denizkızı'ymışım!

12 Ekim 2010 Salı

Yıldızlı Pekiyi



İyot bünyemde tavan yaparken başka bir sarhoşluk hakim. Başım ağır, günler kadar... Geceleri taşıyoruz, günler gibi başım da yorgun. Karanlığı özlemek. Yüzeyde kayalara sinmiş balıklar varmış, tatlı su yorgunları... Bizim gibi tuzla ovalamamışlar pullarını. Bilmezler hiç koku alamazlar. Keskin kokular hep derinlerde. Doğru bilmişler hayatı hep yanlış yaşamışlar. Büyük adamlar gibi konuşmuşlar... Yanılmış tekrar yorulmuşlar...

Özlemişim.
Dipten derinden daha mı güzelmiş, bir başka mı parlakmış yıldızlar? Kocamandı yakınken koskocamandı. Uzansam tutarım sandım. Plastik şişelerde hapis hayatı, floresan cızırtıları ve bön bakışlar.
Geçti hepsi. Cama dayanarak uyumuyorum, nefesler suyuma karışmıyor artık. Pullarıma derisi kalın parmaklar değmiyor. Kirlenmiyor suyum. Mümkün değil ki. Kıyılar var uzak bir yerlerde, temizliyor hepimizi...
Ben gökteki ayı yıldızları taşırım daha... İyi böyle. Pekiyi.

8 Ekim 2010 Cuma

Kavuşma


Ciğerlerim yandı evet, heyecandan. Suyum bulanıkken tatlı mıydı ki?
İlk yağmur damlasında kokusunu almadım mı özlemin?
Taze oksijende iyotu azmış, fazlaymış... Kimin umrunda? Canlı taklidi yaparken kocaman gözlere, hangi kar-zarar dengesi şimdi? Mutluyum... Kaçtığım karanlıklarda huzur... İçim aydınlıkken her yer gün. Huzurmuş bir yerlerde, rüzgar varmış, yağmura rağmen güneş varmış içimde. Mis gibi yosun kokarmış pullarım, parlakmış...

Sırtüstü yattım şimdi, yüzgeçlerim ensemde. Bir minik mendil sallamaca... Yüzgeçlerim tatilde. Damlalarda halkalar... Gökyüzü benimle. Mendil gittiğinde yine sallarım, bıkmadan koşarım, duyarlı denizatı gelecek biraz sonra. Çabuk geçsin birazlar. Yüzgeçlerim kireçlenmesin. Minik tombul parmak da gelecek bi gün bi gün, antlaşmamız var. Sözüm söz! İki dünya var artık. Huzur mu? Evet, biliyorum... Tanıdım galiba!

5 Ekim 2010 Salı

Nefes Gibi ya da Başka Bir Şey!


Yerim ufaktı. Çok canımı sıkıyordu bön bakışlar. Okyanus rüzgarı özledim. Değişiklik istedim azıcık. Sırtüstü yattım suya, yaşarken bile bu kadar gerçek değildim. Ölü gibi olmak daha kolay!
İnandı bu yüzgeçsiz yarım akıllılar. Ama planım tutmadı. Beyin hücrelerim yumurta kabukları ve yemek artıkları arasında tek tek can verirken yarım akıllıların en duyarlısı bir avuç dolusu gözyaşıyla aldı beni. Çöpü boylarken de öldüğüme inanmamıştı. Tuttum kendimi, tüm soluksuzluğa rağmen kuyruğum dahi oynamadı! Açtım gözlerimi kocaman. Ama minik tombul parmaklı yarım akıl, anladı beni başka bir gezegende, saçma sapan bir antlaşma imzaladık. Sözsüz sessiz...

Bir reçel kavanozunda bir gece birlikte uyuduk. Yastığından ayakucuna değin yuvarlandım. Ertesi sabah içim dışımda bol yaralı bereli bir bisiklet yolculuğunun ardından kavanoz kapağı açılır açılmaz keskin tuz kokusu... Ve işte deniz!
Geçti her şey! Şimdi yaşamak böyle bir şey mi?

20 Eylül 2010 Pazartesi

Sentitez



Geveze balıkları kedilere meze yapıyorlar diye duydum.
Rivayet olsa da ben durumun ciddiyetinin farkındayım. Susuyorum.
Söyleyecek çok cümlem var aslında. Hep böyle susmam.
Bazen bazen...
Bilmediğimde, emin olamadığımda, çoğunlukla karıştığımda...
Dışarıda tanımlayamadığım bir nesne var ve kaos...
Bir Bacon tablosuna bakmak gibi...
Garip bir tepkime! Birdenbire! Bang! Büyük soluklar ve kocaman baloncuklar.
Mini mini S.O.S.'ler yolladım hemen sonra. Bir mercimek kalplinin ritmi. İtiraf etmeli, korktuk. Birbirine hiç karışmayan iki korku.
Ben ki yalnızlığı severim, kendimi bu kadar sevmesem ona bile tahammül edemezdim.
Bilirim, tüm türlerin efendisi kendisidir.
Bu yüzden haznesi sabit yaşam alanımda tüm kalabalıklara ve angaryalara rağmen herkese nefes alacak kadar yer ayırırım. Hem de her daim...
Ve bilirim, nefes almak bölünmezlik kuralıyla dokunulmazdır.
İyi bir ev sahibi olmayı öğrendim, öyle ki pek çok yüzgeçlinin içinde belki de en iyisi!
Ama bu yeni türse diyebilirim ki bildiğimden bir parça, bilmediğimden pek çok, biraz da bambaşka bir şeyler yüklenmiş.
Kafası karışık belli ki evet ama kocaman bir göz gibi... Nefeslileri takip etmekten soluk almayı unutuyor.
Hem olgun hem yorgun...
Eksik ya da fazla tahlil kurbanıydı, belki biraz meraksızdı.
Bir otomat gibi yalnızca işleve dahil olmak. Kesin ve net. Çizgilerini burada peşin peşin aldı.
"Üstü kalsın!"
Ama ben derin karanlıklardan geldim. Her zaman bir süs bitkisi değildim ki, ne büyük yanılgı! Karmaşam vardı.
Tehlikeli derinliklerde, yakalanmadan çok önce büyümüştüm ve bence bu yeni tür "çizgili bir ufaklık"...
Ben ışık yılı kadar yaşlıyım. Nice nice yaşlıları büyütmekten yorgun düşmüş, masallarını tüketmiş... Bir masala başlasa biri, çizgilerini avucundan bırakıverecekti halbuki, şimdilik oyunu soğutmaktan yana...
Deplasman ve tek puan yetiyor belki, koşmak niye?
Çünkü öyle bir an gelmiş. Averaj hesaplarında, taraftar için son dakika şampiyonlukları.
Hep tekrarlarda algısı sabote edilmiş, uyutulmaya direnirken beğenilerini ödünç vermiş.
Ki tekrar masallar geldi benim de aklıma, oysa zihnime sabun kaçmış, ağır hasarlı. Yine de nasıl bir rüzgardı bilemedim.
Belki biraz peşinat, bir avuç dolusu renk geri alıp hediye edecek güç aradım.
Köşeli bir hayatı kabullenmeyen bir tür, tam dönümünde, dönmüş ya da dönmemiş; bazen dönememiş olmasa hayat hep meşin yuvarlak... Hızı tanımsız...
Bilmiyor ki bazen hayat yalnızlık ister. Masallar tırı vırı. Sadece döner, yuvarlandıkça köşeler gider.
Kopan parçaları saymaya başlamış ama, hepsini tutup öpmek istiyor, onlar onun, hepsi! Kopuşlar değişim.
Parçaları sayıyor yakalamak isterken, değişim korkutuyor. Yanlış!
Umursamazlıkla olağandan rahatsızlık arasında bir dönem başlar ve işte sıkışma! O dönem ki yamulmuş doğruların üzerinden atladığın...
Taze oksijen sahibiyken sadece köşelerden kurtulmak belki de gözlerini kapamak lazım! Bazen renklere karışmak...
Renkler neredeyse oraya doğru dümen kırmak... Kendi kendine aramak... Yamulmuş yanlışlar varsa, eğri büğrü yerlerinden kopsun gitsin.
Yalnızlık güzel şey.
Masallar anlatsın sesler, yüzler...
Dönüşürken renkleri için masallarını kendisi yazsın, boyaları elinin altında.
Dost balıklar görür çoğu zaman, söylenmeyeni de bilir, söylenmek isteyeni de.
Şeffaflaşır tüm türler.
Unutmasın ki benzerlikler güzeldir. Gizleri süpürür. Bildikçe korkular dağılır ne zaman ki sular bulanır... Ve tekrar kaos!
Benim korkularım suyum bulandığında başlar...
Tahlilde vasat, peşin yansımalarla sormalı.
Sadece sormalı;
Ya onun korkuları?


17 Eylül 2010 Cuma

Şövalye Şarkılar


Hep bir alacakaranlık durumu, suyun bulanıklığı desem değil... Gece mi gündüz mü muğlak. Garip bir sersemlik hakim, tuhaf bir rahatlık ve de yine halet-i ruhiyeye yapıştırılmış muazzam balığımsı şarkılar... Derisi parlak, uçucu ve karmakarışık. "Take me out" diyor, susturamıyorum. Sersemlik işte, çıkış yok. Yine de mutlu ediyor.

Bu ara tuhaf rüyalarda insansılaşmıyorum, başkalaşıyorum. Belki biraz kanat, belki daha ziyade... Uzuv. Evet uzuv sahibi oluyorum, stil sahibi olamadığımdan... Rüyalarda karanlık ormanlar görüyorum, kötü ruhlar... Tavan aralarında sır kilitleyen tuhaf bakışlı insanlar. Karanlık rüyaları aydınlık gündüzler parçalıyor. Biraz tebessümle korkularımı gizleyebiliyorum. "Yoo yoo, korkmadım hem uyumadım ki!"

Bence artık sonraki şarkıya geçmeli...

Ve işte ıslık... "Till the end of time"!

11 Eylül 2010 Cumartesi

Poe(m)





"Başkaları gibi değildim çocukluktan beri,
Görmedim başkalarının gördüğü gibi
Ortak bir pınardan almadım tutkularımı,
Aynı kaynaktan almadım kaderimi.


Uyandıramadım yüreğimi sevince aynı seste
Ve sevdiğim her şeyi - yalnızca sevdim.
........."

8 Eylül 2010 Çarşamba

Eşlik-siz



"Duygudan yana nesi kalmışsa geriye onunla o zamana kıyasla ne duyar şu an konusunda? Yargıdan yana nesi kalmışsa geriye onunla durumunun değişmez olduğu yargısına vardığı zamana kıyasla. Bir de o zaman o zaman konusunda öncesine kıyasla ne duyduğunu sorgula. Işık kalıntıları arasında henüz devindiği ya da oyalandığı önceye kıyasla. O zaman nasıl bir sonra yoksa şimdi de yoktur.

.............

Bir başkası bunların tümünü eşlik olsun diye tasarımlamakta. Yarattığıyla aynı karanlıkta ya da bir başkasında. Çabuk imgele. Aynısında."

26 Ağustos 2010 Perşembe

In Dreams


Tatlı tatlı rüzgar essin, sıcak... Ruhumuz şenlensin, adrenalinden dersimizi aldık sıra dinginlikte...

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Öyle Böyle Buyurmuş Üstad


Düşlerin tek gerçeklik olduğunu inkar etmek. Budalaca bir hayata ilk adım, boğuk anlara tutunarak asalaklaşmak. Hücrelerine sızan varoluşun kaynağı gözlerine ve derine, ve de hatta seni binlerce kez yanıltan kulaklarına aldanmak. Ahmaklığın takip ettiği o büyülü yanılsamaları gerçeklik sayıp körü körüne tutunmak... Sadece asılı durmak.


Büyük laflar etmemeli balık kafası ile, söylenmişleri mırıldanırken bile korkmalı. Biraz klor gibi değil yakıcı etkisi, kimyayı altüst ederken acının eşiğine yalvarsak çıtayı yükseltir mi? Metaları kovalarken hedonizm yutmuş belki, olamaz mı? Paraşütü zamanında açmak için oksijensizlik sinyal vermez mi hiç? Ya da yanılsamalara teslim olurken küçük savurgan akıllara girer mi "is all that we see or seem / but a dream within a dream?"


En iyisi sabırla biraz daha stok yapmak. Suda erimiş mineral ve oksijen zulası ile biraz macera, bolca umursamazlık. Bir kromajlı pırpır icadına bakar.

Ve sonsöz: Gittiğim yerlerde "olağan-içi"ne dahil her şeyi çözüp bir şişe şarapla sarhoş olacağım tüm putperec balıklar için, bir gün başaracağım... Gerçekten!

20 Temmuz 2010 Salı

Bir Alengirli Yakamoz

Nedir alamet-i farikası, hammaddesi... Renkler aldı bu gece derinlikleri sanki. Bir deli koşmaca! Sus pus ortalık, denizatı şaşkın, donuklaşmakta ani değişimden. Işıklar döndükçe, döndükçe çark, bu deli cümbüş, başı sağlam tutmak için çorap geçirmeli mi? Ya da herhangi bir eğilimsiden bayır aşağı baloncuklu bir yüzgeç sallamaca...

Renklerin takibi imkansızlaştı. Biz suların altındaki bu değişimi suların dibine gömdüklerimizi eşelemeden, mümkünse hiç değmeden... Üfleyelim. Ciğerleri açmak sarsak balıklarda yüzgeç kası yapmakta ise ben bu kromajlı pırpıra binerim ve rüzgara karşı kendi performansımı sergilerim... Yüzeydeki alengir tüm gönül dostlarına hediyem olsun!

12 Temmuz 2010 Pazartesi

In Other Words


Her bir yorumunu ayrı ayrı sevdiğimiz, yarıştırmadığımız şahane seslerle günümüz aydınlandı... Binmilyon, yüzbin milyon kez dinlenilesi balık ruhuyla özdeş şarkılar, yapmıyorlar artık. Duyarlı denizatı için bir kez daha....Ve tekrar...Tekrar...

Fly me to the moon

And let me play among the stars

Let me see what spring is like

On jupiter and mars

In other words hold my hand

In other words darling kiss me


Fill my life with song

And let me sing forevermore

You are all i hope for

All i worship and adore

In other words please be true

In other words i love you

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Kromajlı Pırpır


Dengesizin tekiydi
Kimi gün oluyor varoluştan bıkkınlık duyuyordu
Kafasına bir kurşun sıkmak istiyordu
Daha iyisi, suya atmak istiyordu kendisini
Varoluştan bıkkınlık duyuyordu
Suya atmak istiyordu kendisini kimi günler
Kafasına bir kurşun sıkmak istiyordu
Dengesizin tekiydi
Artık, her şeyi bir defada bitirmek daha iyiydi
Dehşetli umutsuzdu inanılmazdı kuyu gibiydi
Kör karanlık bir kuyu
Brrr
Yaşamaktan usanmış, canına tak etmişti
(neye yarardı yaşamak)
Korkuyordu bu normal değildi
Dengesizin tekiydi
Suya atmak istiyordu kendisini

30 Haziran 2010 Çarşamba

Bug(d)ünün Şarkısı...


Kabus... Ağrı... Hüzün...

Yasla başını toprağa, bir zamanlar kalbimin çarptığı noktaya
Bir avuç toprak al üzerimden
Uzan şu yeşil çayıra
Beni hâlâ sevdiğin günleri hatırla
Yaklaş, çekinme
Yağmurlar yağsın başından aşağı
Beni düşün ayışığında yağmur çiselerken,
Ve uzaklardan bir tren geçerken
Temizle üzerimde biriken çalı çırpıyı
Ve mırıldan şarkımızı
Bir hava kabarcığıyım şimdi ben
Senin içinde süzülen
Gölgemde dur dinlen
Bak her şeyde ben varım şimdi
Bitecek rüzgar güllerinin hüznü
Müjdelerken yağmur kokulu bir günü
Tanrı savurduğunda yıldızları dört bir yana
Hangisi kuş hangisi çiçek ne fark eder
Benden azade bir hayat yok sana
Ola ki, bir ağaç gibi çıkacağım karşına
Hayır, veda etme bana
Gökyüzü nasıl onu söyle sadece
Çünkü bil ki gökkubbe çökerken üstümüze
Ardıç kuşlarını kovalayacağız biz seninle

28 Haziran 2010 Pazartesi

Balıkçı Hasan Sendromu!

Bu ara sular altında değişik dengeler söz konusu... Yalnızlığa tam alıştım derken tanıdık bir denizatını ve benden biraz hallice kırmızı bir balığı yol yordam öğrenmem, ehlileştirilmem için buraya atadılar. Malum yerimiz ufak. Mütemadiyen şaşkın gözlerle bana bakan ziyadesiyle duyarlı bir denizatı ve intihar eğilimini benden daha korkunç senaryolarla taçlandıran depresif bir balığı göz önünde bulundurursam kurtuluşu yine obsesif bir Hasan'ın attığı oltada aramam an meselesi!

Sözlerin aksine iç dünyama umut vadeden cümleler için, e haydi o vakit! Ses veriyoruuuuum...

kirmizi balik denizdeee
kivrila kivrilaa yüzüüyor
balıkçı hasan geliyoor
oltasını atıyor
kırmızı balık dinleee
sakın yemi yemeee
balıkçı seni tutacak
oltasına atacak
kırmızı balık kaaç kaç
kırmızı balık kaaç kaç

26 Haziran 2010 Cumartesi

Bir Balık Methiyesi


“...
Çünkü yaşamak gibiydi yaptığı
Anasız bir tay gibi coşkun ve hüzünlü
Akşamın dinginliğini otluyordu o zaman
* * *
Her sabah denize çıkar, bir elma yerdi
Hüznünü ve çılgınlığını elmanın
Gözünü yumsan ağzında duyarsın
* * *
-ellerine bakma artık
çünkü kar yağıyor
çılgın hüzünlü-
* * *
Büyük kentleri düşünse de rahatlasa
İşte her şey nasıl haince karıştırılmış
Kirli çamaşırlarla sabunlar ayrı semtlerde
Saatin sonunda meydan
Suyun sonu ilerde
Böyle yaşamak zordur elbet anlıyorum
Çılgın ve hüzünlü
* * *
Çünkü bakışları yazda geçmiş bir geceyi andırıyor
Yaşanmış mı temmuzda mı belli değil
Çılgın ya da hüzünlü
* * *
Şimdi dolaşıyor aramızda
Kıpkırmızı bir duygu olarak
Doğudan batıya bir güz halinde
Çılgın ve hüzünlü
* * *
Biraz dağ yollarını öğrenmesi gerekir sanırım
Kahırçeker mekkari katırları gibi
Onlar ki hiçbir şeyleri yok
Korkunca çılgın sevince hüzünlü
* * *
-kar dindi
gerçekten dindi
ellerine bakabilirsin artık-
...”

24 Haziran 2010 Perşembe

Calumet!



Temizlik, temizlik, temizlik... Kat kat cilalayarak neyi kapatıyorlar anlamadım ki? Vakumlama tekniğinden haberi olmayan insan kılıklı yaratıklar bizim mazotla çalışan çöpçülerden birkaç tane edinmeli mutlak. Bana ise hiç gerenk yok. Kimyamızı bozmamalı, geçinemem hem.
Boya badana var, evet. Balkonun duvarında unutuluşum suyuma karışan yağmur damlalarına attığım hava kabarcıklı çığlıklarla kutlanmakta. Oysa ki ne fena bir şey imiş tumturaklı damlaların klorlu suyuma kattığı kimyasal değişimle baş etmek! Her şeye rağmen her türlü talihsizliği bir olgunlukla karşılayan, yine mutlu; fekat poposundaki hissizliğin yeni geçtiğine sevinemeyerek başka bir hissizliğe esir olan her daim aksiyon, her daim parti yaratığı bendeniz biraz cazzla bunun da üstesinden geleceğim. Yaz çıkmadı mı ki daha, soğuk sanki!
(Beyle de oldu, iyi de oldu, güzel oldu, tamam. Peki.)

23 Haziran 2010 Çarşamba

Çıldırış!







"Ertesi sabah tam bir panik halinde uyandım. Nereden kaynaklandığı hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Ödümü patlatan şeyin ne olduğunu keşfedinceye kadar kımıldamamaya kararlı, öylece yattım. Ama zaman geçtikçe olup bitenden ne kadar habersiz olduğumu daha iyi anladım, korkum arttı. Yatakta donup kalmış, kendimle elimden geldiğince sakin bir tonla konuşuyordum. "Telaşlanma oğlum, telaşlanma. Gerçek değil bu olan, kafanda sadece." Ama bu olanın her ne idiyse, sadece kafamın içinde olması beni gerçekten dehşete sürüklüyordu. Kendime kim olduğumu hatırlamanın yararı olacağını düşünüp birkaç kez adımı tekrarlamaya karar verdim. Bunun yararı olacaktı mutlaka. Ama adımı hatırlayamadım. Bu da beni yataktan kaldırdı en azından. Evin içinde dolanıp üzerinde adım bulunan bir fatura ya da mektup aramaya koyuldum. Ön kapıyı açıp kapının dış kısmına baktım. Turuncu renkte bir çıkartma yapıştırılmıştı kapıya:




"Harika bir hayat yaşa!" yazıyordu çıkartmada. Holde oynayan çocukların bağırışlarını ve yaklaşmakta olan ayak seslerini duydum. Kapıyı kapatıp üzerine yaslandım. Sakin ol. Birazdan hatırlarsın, ya da hatırlamayabilirsin. Belki de hiçbir zaman yoktu bir adın. Beni ter içinde bırakan, nabzımı dört nala koşturan her ne idiyse, o değildi asıl mesele, başka bir şeydi. "Sakin ol," diye fısıldadım kendime yine. "Her kimsen, sakin ol. Bu daha fazla süremez, yakında geçer." "

22 Haziran 2010 Salı

Yin- Yang



Yin...
Yang...
Dişi...
Erkek...
Arka...
Ön...
Karanlık...
Aydınlık...
Serin...
Sıcak...
Yumuşak...
Kuru...
Yer...
Gök...
Ay...
Güneş!

Ulu Hepat'ın yüzü suyu hürmetine!
Amin.

21 Haziran 2010 Pazartesi


Yüzgeçleri bitiştirip iki ileri bir geri adım ataraktan kişisel becerilerimde mertebe atladım. Doktor fizik-tedavide hikmet var buyurdu. Kalıcı hasara karşı belli aralıklarla iki ileri, bir geri! Gözlerimi yumdum, burada uçuşan tozlar peri ise şu anı kaçırdığım için üzülebilirim. Şansa bırakmadan dilek tutmalı.
Bugün çok düşündüm, şu suyu asetonla değiştirseler içimde hüznü nakarata çevirmiş kafası bozuk tavernacı terk-i diyar eder mi?
Geçenlerde bir başka kaçma teşebbüsünde yanağımı cama dayamak suretiyle yeni yöntem geliştirdim diye sevinirken bir miktar kaza yaşadım. Kuyruğumda küçük bir yara, popoma doğru irice bir renk atımı mevcut. Güzel aksiyondu fakat yedek oksijeni o parti senin bu eğlence benim pek kötü zai etmişim, ağzım açık morarana kadar geçen sürede birkaç beyin hücresi daha kaybettik. Hayırlı olsun! Artık B12 takviyesi yapmadığım takdirde dışkı - yem ayrımında ciddi sorunlar yaşayabilirim.
Adrenalinle sağladığım mevcut mor renk dışında hayat bir renkli bir cümbüşlü. Kaçmak için yeni yöntemler bulmadan önce popodaki ırkçılığa bir son vermeli. Fizik-tedavi şart!

20 Haziran 2010 Pazar

Paradoks!


Bütün uzuvlarla tempo tutarken şarkı piyano solodan bir adım önce ses veriyor; ya sev ya terk et!
Halbuki biz sadece tempo tutmayı yeğliyoruz... Tüm derdimiz ritim!

19 Haziran 2010 Cumartesi

Just Breathe!

Yine taze oksijenle kafa keyfi...Portatif akciğeri devreye sokup demleniyorum yavaştan. Geçmişten öznesiz, pirüpak cümleler... "-yor" içinde yüzler sesler sokaklar..."-di"li geçmiş zamanla karbondioksiti dışarı atarken hayat daha bir güzel. Bu an hiç bitmesin! Şerefe!

"Yaz kokusu duyar-dı-m kışın ortasında bile,
Uzun cümleler kurar-dı-m konuşurken..."

8 Haziran 2010 Salı

Yağmur!



Her şey olur,her şey büyür
Her şey geçer hayat kalır.

5 Haziran 2010 Cumartesi

Hüzün = Hüzün


Sabah- akşam, gece - gündüz, mümkünse mütemadiyen, dinlemeli dinlemeli...
In spring of youth it was my lot
To haunt of the wide world a spot
The which I could not love the less-
So lovely was the loneliness
Of a wild lake, with black rock bound,
And the tall pines that towered around.
But when the
Night had thrown her pall
Upon that spot, as upon all,
And the mystic wind went by
Murmuring in melody-
Then-ah then I would awake
To the terror of the lone lake.
Yet that terror was not fright,
But a tremulous delight-
A feeling not the jewelled mine
Could teach or bribe me to define-
Nor Love-although the Love were thine.
Death was in that poisonous wave,
And in its gulf a fitting grave
For him who thence could solace bring
To his lone imagining-
Whose solitary soul could make
An Eden of that dim lake.

3 Haziran 2010 Perşembe

Amanın!




Hadiiii... Hobaaa!


Yinnnnebinnnndiimmmarrrabammaaaöyylehızzlıgidiyoruuuuumkiiii.....

1 Haziran 2010 Salı

Malcolm Lowry'yle Sarhoş Olmak!


"...Gece: ve, bir kez daha, her geceki ölümle boğuşma, şeytanca orkestraların sarstığı oda, bölük pörçük ve korkulu uyku parçacıkları, pencerenin dışındaki sesler, aşağılarcasına yinelenen düş kişileri, karanlığın tamburları. Kır düşmüş saç rengindeki bu gecelerde yeterince gerçek ses yokmuş gibi.
......
Dev bir sinire göre biçilmiş dehşetler! Hayır, benim gizlerim mezarın gizleri ve öyle kalmaları gerek. Kendimi de öyle görüyorum bazen: olağanüstü bir ülkeyi keşfetmiş büyük bir gezgin, ama hiçbir zaman o ülkeden dönüp öğrendiklerini iletemeyecek bu dünyaya: ve bu ülkenin adı Cehennem."

28 Mayıs 2010 Cuma

Uyuyan Prens(Es!)



"Pek yaşadın denemez, oysa her şey çoktan söylendi, çoktan bitti. Topu topu yirmibeş yaşındasın, ama yolun çizilmiş bile. Roller hazır, etiketler de:..."




"İyi akşamlar," dedi nazikçe.

"İyi akşamlar," dedi yılan.

"Bu geldiğim gezegenin adı ne?" diye sordu Küçük Prens.

"Dünya," diye yanıtladı yılan. "Burası da Afrika."

"Ya! Demek Dünya'da hiç insan yaşamıyor?"

"Burası çöl. Çölde insan olmaz. Dünya çok büyüktür," dedi yılan. Küçük Prens bir taşın üstüne oturdu, bakışlarını gökyüzüne çevirdi.

"Acaba," diye söze başladı. "Günün birinde hepimiz kendi yıldızımızı bulalım diye mi hepsi böyle birbirinden uzak. Örneğin şu benim gezegen. Tam üstümüzde ama ne kadar uzak!"

"Çok güzel," dedi yılan. "Seni buralara getiren nedir?"

"Bir çiçekle sorunlarım vardı," dedi Küçük Prens.

"Ya!" dedi yılan.

İkisi de sustular. Sonunda Küçük Prens, "İnsanlar nerede?" diye söze başladı. "Çölde insan çok yalnız hissediyor kendini..."

"İnsanların arasında da yalnızdır insan," dedi yılan.

Küçük Prens uzun uzun ona baktı.

"Sen komik bir hayvansın," dedi "Parmağım kadar kalınlığın..."

"Ama bir kralın parmağından bile daha güçlüyüm," dedi yılan.

Küçük Prens gülümsedi.

"Pek güçlü değilsin. Ayakların bile yok. Yürüyemiyorsun."

"Seni gemilerin götürebileceğinden daha uzaklara götürebilirim istersen," dedi yılan.

Küçük Prens'in ayak bileğine sarıldı, altın bir bilezik gibi.

Kime dokunursam, onu geldiği dünyaya geri gönderirim," dedi yine. "Ama sen masum ve içten bir çocuksun. Bir yıldızdan geliyorsun..."

Küçük Prens bir şey söylemedi.

"Senin için üzülüyorum. Bu granitten yapılmış Dünya'da ne kadar güçsüzsün," dedi yılan. "Sana yardım edebilirim. Eğer bir gün kendi gezegenini çok özlersen, ben..."

"Oo, seni anlıyorum," dedi Küçük Prens. "Ama niçin hep bilmece gibi konuşuyorsun?"

"Hepsini çözerim ben," dedi yılan.

İkisi de sustular sonra.

27 Mayıs 2010 Perşembe

Morning Sun


Güneşin enerjisine karışan çarpık gülümsememle aynı sersem ifadeyi koruyorum. Sersem ifadeyi tamamlayan sarsak adımlar ve gerzek bir gülümseme. Yüzgeçlerimi yormayı seviyorum. Suyumu değiştiren saf sponsorlara çaktırmadan firar ettim. Pek saygıdeğer "O"yu değerlendirme zamanı. Zulayı mundar etmek üzereyiz, yazık etmemeli. Son nefes sinyal verirse şıpıdı şıpıdı depar atar bir başka rekora imza atarız. Yine de macera ve bir miktar d vitamini uğruna ağzım açık ölmek istemiyorum!

Hepat'ın yüzü suyu hürmetine biraz daha yüzgeç sallamalı. Buraların suyu ısındı. Macera balığı için yeteri kadar gerekçe sıraladık. Haydi gençler, oturuyor muyuz hala?

"Daaaaaaaalara diiiiiiiilara daaaalara daaa, daalara lilara laalara laaa...."

25 Mayıs 2010 Salı

Ayıp!



The drugs don't work!
Yasaklasınlar bu şarkıları. Ayıp!

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Little Girl Blue!


En son kez saydım parmaklarımı, bitti... Yağmur da yok damlası olup yere karışmak da... Hüzün yüklü bulutlar içini boşalttı, güneş sırıtsa da benim yüzümde hala aynı çarpık gülümseme! İyi mi oldu kötü mü der gibi... Bilememe hali. İfade yanıltmasın. Balıklar değişikliği sevmez ama ben sınavı geçtim. Hayattayım, hepi topu birkaç pul kaybımız var. Canımız sağ olsun. Yeteri kadar hayat elastikiyeti kazandık. Suyumuz, kimyamız, içimiz, dışımız değişti. Ortam balığı olduk, bir efendilik bir ağırlık çöktü. Kemal-i mutlak emareleri. Su kaybı yaradı, renkler muntazaman yerinde. Artık gökyüzünün alkımıyım. Yine de yüksekler çarpmasın diye... Son bir kez daha... O güzel sesten sabah hüznü...

"Sit there, count your fingers
What else, what else is there to do?
And i know how you feel,
I know you feel that you're through,
Sit there and count, oh, count your little fingers,
My unhappy, oh, little girl,
Little girl blue.

Sit there, oh, count those raindrops you see fallin' down
Oh, honey, all around on you,
Honey, don't you know it's time, oh, that it's time
Somebody told you,
'Cause you got to know
That all you ever gonna have to count on,
Or gonna want to lean on,
It's gonna feel just like those raindrops too
When they're fallin' down all around you."

22 Mayıs 2010 Cumartesi

Pac-fish Uğraşısı




Yumuşak şeyler dinlemek...Mümkün olduğu kadar yumuşak ve zararlı şeyler yiyerek büyümek büyümek... Suyun kaldırma kuvvetine fazla mı güvendim sanki?

Zamanı ağzımı kocaman açarak kovalıyorum. Pek mümkünmüş, yiyebiliyorum. Ölçek ölcek değil fekat. Saymadan sormadan...Geçsin sadece... Rüyalarda duraklarda insin kabuslar. Kel yaralar görünmesin. Biz her günü yeni doğmuşuz gibi yaşayalım; suyumuz hiç bulanmasın. Renkler hep benimle olsun. Mümkünse rüyadaki karabasanları kocaman güllerle boğayım. Zaman sadece geçsin, hep çok geçsin... Ben ağzımı daha da kocaman açarım. Gerçekten. Yapabilirim, valla.


15 Mayıs 2010 Cumartesi


"Bildim, bildim bildim...
Ben onu kedi sandım.
Bir çeşit kedi olduğunu tespit ettim.
Belki bir çeşit kedi.
Ama bunlar detay sayılır yani...
Ya onu merak ettiysem?
O zaman bana gösterebilirler
Hem de hemen gösterirler.
Bu doğru değil mi? Hemen gösterirler.
Belki de ben hastayım.
Çünkü ben evet, evet.
Kediyi istiyorum.
Bu işin aslı... Komik.
Komik ama baba hepsini öperim.
Hep öperim.
Her zaman kedileri öperim.
Hepsini öperim.
Öpmedim mi?
Her an.
Her zaman öpmedim mi baba?"

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Alık Balık İlahisi






"Ağır ağır yürüyorum daha çok yaşamak için

Daha çok satın alıyorum daha iyi olmak için

Bir topaç var çaydanlıkta;

Ve bir motor kıçımda...

Tasalara karşı yerim yoğurdu

Böbreklerim için içerim şişe suyu

Bir topaç var çaydanlıkta;

Ve bir motor kıçımda..."

11 Mayıs 2010 Salı

Am i still ill?


Bu gece Eros benim!
Bütünleştirme çabası yok, sadece küçük bir
fragman. Her ilişki ilahi bir dokunuşu hak eder!


Korkarım insansılaşıyorum. Portatif akciğerle gelen eşantiyon üst solunum yolum fire vermeye başladı. Kalın siyah şeritleri aşmak için suyun yüzeyine çıkartacak ekipmanım mevcut. Aralıksız akıntıya kapılmalı mı?

"...does the body rule the mind"

Ya da mevcut harakiri operasyonu için zula yaptığım taze oksijenle geri sayım! Bulabildiğim ilk kesici aletle yüzgeçlerime veda ederim.

"...or does the mind rule the body?"

Çok zor olmamalı. Sonraki adım nirvana... Yeterince hayattan vazgeçmedim mi?

Fütursuzca soruyor şarkı. Korkunç bir kedi- fare oyunu. Aynı adımlara karışan tanıdık reaksiyonlar... O lanet çemberin içinde misin? İçinde miyim!?" İyi miyim??

"Under the iron bridge we kissed
and although i ended up with sore lips
it just wasn't like
the old days anymore
no it wasn't like those days
am i still ill?"

Hayır! Her çember kırma çabası kalın şeritleri karanlık duvarlara dönüştürdü. Karanlık duvarların dibine işiyoruz artık. Gözümüz alıştı. İyi de oldu.

Parlak kenarları görüyorum evet. Fekat hala "not very often!"
Artık fotoğraflar yan yana gelecek ve kaç "yedi"ği bilinmeyen farklar sıralanacak. Hadi başlayalım!