20 Kasım 2009 Cuma

Devriye!




"Balıklar düşünmez, çünkü onlar bilir!"



Geceleri kolluyorum. Daha doğar doğmaz kavradığımız tek şey ışığı kovalamak! Işık olmadığında derin karanlıklarda sadece yaşamaya koşmak. Soluk soluğa bilmek! Akıntıyı yalayan pulların, gözün kulağın. Tenin senin her şeyin. Işık yoksa titreşen pulların suyla dost olmalı. Deniz fenerini içine eken bir güç var. Kuralı böyle yazmış birileri. Gözlerini kapatsan da kaçacak yer yok. Hücrelerin durmaz, bilir! Kaçacak yer yok, su hiç durmaz.
Akıntısız sularda kör cahil olmamak için anımsıyorum. Gözlerimi inadına açıyorum. Parlak yıldızlar ışıklı oklarıyla inadına mil çekiyor. Pullarım yetisini kaybetmesin diye suya üfleyip titreşimi içimde hissediyorum. Aslında tekdüze ve can sıkıcı! Yine de sevmediğim yüzgeçlerim küçük dalgalar yarattığından beri dost olduk. Yıldızlar düşman olmuşken kendimden başka kime sığınabilirim?!
Artık uyumak yok, görevimiz devriye!

31 Ekim 2009 Cumartesi

"-sar"...Sar!




Ne çabuk alışır oldum göçebeliğe! Portatif nakil gereçlere özenirken bir anda hem ergonomik hem portatif olmak... Ben yakın geçmişi habire unutan uzak geçmişle hesabı kapatmış bir balığım. Niye benle uğraşırlar anlamam! Akvaryum isteyen olmadı, hele hele ayılmayı... Diğerleri gibi olmayı... Hiç! Uzak geçmişi ve yakın geleceği hiç hesaba katmıyorum artık! Nakleden güç kimdeyse her nerdeyse hibe ettim. Tüm hafızam onundur! İki çakıl taşı ve cam kavanoza sattım hepsini...Hayırlar ola!
Cızırdayarak parlayan floresan lambalar var artık...Hava kabarcıkları...Tükürüğümle boğulmamak için suni destek! Ha bir de garipçe tıkırdayan bir saat! Okuma anları için... Nöbetler ne nöbetidir bilmem! Koğuşumu izlerken, beklerken ağır ağır saniyeler akıyor, her dakikada yorgun bir çatırtı! Çatırdayan dakikalar için koşan saniyeler...Yavaş, kendini bir önceki dakikadan sökerek diğerine taşıyor. Kokusu aynı cam misafirhanelerde balıklar gider...Balıklar gelir...Aynı floresanın altında okumalar, aynı floresanın karşısında yansımalar...O cızırdar, saniye koşar, dakikaya çatırdar! Baloncuklar patlar...Kediler doğar... Balıklar susar... Susar... "Su"-sar! "Sar"-sar!
Hayırlar ola!!

16 Ekim 2009 Cuma

Balıklar Da Uyur!

Şehrin en güzel saati! Koku ise dayanılmaz! Şaşırtıcı ama devamlı güncellenip zıvanadan çıkan projelerimi bir kenara bırakırsam sanırım burayı sevdim. Rüya görüyorum...Belki de oksijensizlik kafama vurdu; halüsinasyon görüyorum. Ne fark eder?! Mutluyum...

Her insanın yıldızı varmış...Halt etmiş onlar! O yıldızlar balıkların! Gözlerimle görürdüm, mort olan her balık suya yansıyan ışıkları biraz daha söndürüyordu. Buraya geldiğimden beri gördüm ki insanlar yıldızlara sahip olamayacak kadar bencil! Kendi parıltılarına sarılıyor hepsi, yıldızlar umurlarında değil! Belki de yıldızlara kafa tutuyor, şapşallar!

Ama biz öyle değiliz. Yarım akıllarımızla hayatta çuvallarken yıldız tozuyla mucize ararız. Hayallerimiz onların helyumlu uçan balonlarını fazlasıyla sollar; zeplinler yaratırız. Hatırlayabilseydik boyutlar değişebilirdi tabi! Haddimizi bilir, asla yıldızlara kafa tutamayız. Bir gün her birimiz gökten inen yıldızına koşarak balıklar cehennemini boylayacak. Çok şükür, insanlığı karanlıkta, romantizmden yoksun bırakmamak için çalışmalar sualtında her saniye devam etmekte!

Ben şimdilik tozundan yararlanıyorum. Yıldızım bana yakın bir yerde. Bu kadar eziyete göğe yakın olduğum için katlanmak takdire şayan bir çaba! Bu gece başıma düşen yıldız tozları için minnettarım. Erimiş gıdadan yoksun, bol uçurucu etken ve yıldız tozuyla renkli bir gecenin keyfini sürüyorum...

11 Ekim 2009 Pazar

Baloncuktan Kurmaca

Üç beş hesap yaptım, sendromlarımı çarpanlarına ayırınca her şey netleşiyor. Ağzımı her açtığımda kaçan baloncuklar ya bilgi sızdırıyor ya da aşk kaçırıyor! Yaşayan bir ademoğlunun dediği gibi;
-İnsanın ağzı laf, kalbi aşk kaçırır!
Benim gibi koca ağızlı deniz canlılarında çoğu zaman lafın lafı bile olmaz! Baloncuk için ayrı bir ekipmana ihtiyacı olmayan her canlı, korkulası büyüklükte hava kabarcıkları çıkartırsa sınırların ötesine geçebilir demektir. Üretebilme meziyeti yerleşik bir aksilikle birleşince her zaman olumlu sonuçlanmaz. Bahtsız bir balık, hiçbir zaman sevmediği solungaçlarının bir gün intikam alma ihtimalini aklına getiremeyecek kadar safsa yeni yeni sendromlara gebedir.

Ben hala kuyruğumu çekiştirerek uzatma çabasındayım. Böylesi ilkel bir yöntemi seçmiş olmam tamamen çaresizlikten. Yeteri kadar mineral alamıyorum. Lokomotif hissiyatıyla yüzen dışkımdan da açıkça görülüyor, suyumu değiştirmeyi unutuyorlar. Her eve duyarlı bir denizatı şart!

Yer yer oksijensizlikten kafayı buluyorum. Sanırım algıları açmak bu olmalı. Fiziksel gerileme yapsa da algı süzgecinde muazzam açılımlar yaptığını inkar edemeyeceğim. Sendromlarımın kaynağını da bu şekilde bulmuş olmalıyım. Şu sıra kafam gayet güzel. Günlerdir pet şişeyle yosun tuttuk. Duygusal yaşantım hakkında açık vermek huyum değildir ama çakırken gevezeliğim tutuyor. Farkettim ki ben sustuğumu sanırken asıl soluk alma adı altında sözsüz sessiz kaçanlarla başa çıkamamışım. Arada oyalanmak için baloncukları birleştirip prens de yapmışım. Alkışa değer bir hareket gibi görünse de baloncuk imalatına ara vermeyi unutmak büyük hata! Ortalık gereksiz boşluklar ve amaçsız nefeslerle dolmuş.

Söz veriyorum bir dahaki imalat sonrasında baloncuk üretimine ara vermeyi unutmayacağım. Önümde uzuuun bir zaman var. Takdir edersiniz ki artık prens yapmak eskisi kadar kolay değil. Yeteri kadar suda erimiş oksijenim yok!

28 Eylül 2009 Pazartesi

Rapunzel Sorunsalı



Uzun uzun kulelerde herkes birbiriyle göz göze geliyor burda...Hepsi bu.Kapı çalmıyor! Yakınma ya da isyan etmiyorum, hayır. Kuyruğumu göbeğime doğru çekince farkediyorum ki fazlasıyla geniş bir yer burası. İyi mi kötü mü bilmem,bu eylem sanırım onun büyümesini engelleyecek ve bir süre sonra budama zamanı gelecek. Oysa macera heveslisi ruhum beni daha başında patlayan hayallere ve değişken yaşam şartlarına sürüklüyor. Kabul ediyorum, bu ara sık değişiyor!
Evet, korkarım yeni bir sendrom başladı. Artık kafamın üzerini değil katlayarak yıprattığım kuyruğumu yokluyorum. Burda tek tek kulelerde insanları seyretmekten yoruluyorum. Bir göz kırpışı kadar zaman aralığında herkesin gözlerini dolaşabilmeyi özledim.

Yukarıya uzattığım dudaklarım yerini aşağıya uzatmak istediğim bir kuyruğa bıraktı. Solungaçlarımla aramdaki meseleyi hallettim. Son gözdem kuyruğum.
Uzatır uzatmaz okyanus dolusu deniz canlısını bir pet şişeye sığdırmak istiyorum. Ama kendimi tanıyorsam yukarı çekeceğim tek şey siyah bir poşet dolusu kabus olur. Kara bir poşetten fırlayan geçmiş kabusları bir korsan gemisinde Karayipler'i boylamış olsa da sanırım, nefes alacak aralık olmadan yalnızlaşmayı özledim!

24 Eylül 2009 Perşembe

Karşı Hane Senkronizasyonu!



Delinin biri var burda, tam karşıda... İçim acıdı; kime, neye bilemedim...Belli ki ikimiz de alışmaya çalışıyoruz. Derinlerde bıraktıklarımızı tetikledik birlikte. Küçük bir yoklamaydı sadece, korkacak hiçbir şey yok! Yeni bir suyun içinde, kimyası başka; eskisi kadar tuzlu ve yakıcı olmayan bir suda...Tatlı suya yatkın bünyeler için kendimizi yokladık bugün. Farkettik ki fazla tuz iki damla, dört damla derken...Akmış gitmiş! Ha bir de, bütün gün dinlediğimiz şarkıda farkettim... Korkarım gökyüzüne yakın bu yerde kırmızı balıklar iki oldu!



"Berrak sudaki kırmızı balığım
Sana canım demek için
Canımdan bir parçaya ışıksız gecelerin
Sessiz özgürlüklerini verdim
Gözlerinden sızan güvensizliği kuşkuyu
Hiç bu renk bir sevgiyle yenmedim
Ve güzelim sana sunduğum değerleri
Karşılıkların içinde büyütmedim
Dışı sevda içi zindan değilim artık...
Dışı sevda içi zindan değilim artık!"

22 Eylül 2009 Salı

Oksijensiz Hava Sahası...




Pet Şişeyle İştigal!

Hayallerimi fazla yüksek tutmuş olabilirim. Fakat imkanlar zorlansa daha iyisini hak ettiğimi birileri fark ederdi elbet!
Fırıldak yok, portatif akciğer yok, öğütülmüş oksijene devam! Üstelik beğenmeyip çar-çur ettiğim nimeti artık idareli kullanmam şart. Benden ala yüzdüğünü fark ettiğim dışkım yakınmalarımın beni ne hale getirdiğini yüzüme vuruyor...

Arkamdan zokayı yuttuğuma dair dedikodular alıp yürümüştür. Hür irademle sıkıldığım derinliklerle bağımı kopardığımı bilebilirler mi? Pervane düşleyip başka derinliklerin peşine gitmişken bu kadar vasat bir sonuç! Karanlıklar ve boğucu yosun kokusundan kafayı buluyordum son günlerde. O kokuyla açılan zihnim intihar senaryolarıma bir yenisini daha eklenmişti. Karşıma çıkan bütün midyeleri yiyerek cıva ve kurşun zehirlenmesinden ölecektim. Hem yalnız ölmemek pek çok açıdan rahatlatıcı olabilirdi. Yine de bir umut yukarı koştum, dudaklarımı sınıra değdirdim. Belki kafamı uzattığımda sağımda solumda şişip duran zımbırtılarla değil de hava atan kabuk kafalı kaplumbağalar gibi nefes alabilirdim! Bir ara gözlerimi kapattım.Tombul bir parmak sırtıma değdi. Bir süre tereddüt edip sonra beni yakalamasına izin verdim. Kötü günler için bir intihar mektubu cebimde taşıyor olsaydım spekülasyonları önleyerek ortadan tamamen yok olmuş olacaktım! Canları cehenneme...

Sanırım kendi dışkıma alışmaya başladım. Tombul elli çocuk bana adrenalin vaat etti...Yüksekçe bir yerdeyim,bulutlar ve yıldızlar kocaman! Ne olursa olsun yakınmak yok. Burda ilk gecem ve ben katlanan kuyruğuma rağmen ilk defa uzun uzun gökyüzünü seyrederek bu anın tadını çıkaracağım!

9 Eylül 2009 Çarşamba

Take me somewhere nice!


Gelişimimi tamamlayalı çok oldu biliyorum. Yine de bir umut pervanem çıkar diye bekliyorum. Uzak yerlere beni götürebilecek bir fırıldak hiç fena olmazdı! Uçakları nasıl kuşlardan feyz alarak ürettiyse insanoğlu, hiç inkar etmesin helikopteri bizim fiziği model alarak üretmiş,belli. Fırıldağı madem icat ettiniz, bu kadar kullanışlı yapıp özendirmeyin, ayıp!
Her sabah kafamın üstünü yokluyorum. Basit bir sendrom olmalı, geçer diye umuyorum.
Hadi fırıldak çıktı diyelim...Havayı içime çekebilecek donanımım olmadıktan sonra bir anlamı yok ki. Bunca yıl sesimi çıkarmadan erimiş olanıyla yetindim. Biraz da taze tüketmeli!
Bir adet fırıldak ve portatif bir akciğer istiyorum. Ölmeden önce bir yolunu bulup temin etmeli! Yoksa bu derin karanlıklarda bir masal yazmaya başlayacağım, ilham veren denizatları kağıt notları hazırlasın,kaldığım yeri hatırlamam lazım!

8 Eylül 2009 Salı

Normal Ucubelerin Kralçesi Olmak!



Şart değil elbet! Kazımamak lazım altını, deşmemeli. Bir yerde anormallik hissediyorsanız kendinize sormayın. Mevsimseldir deyin, havalar çarpmıştır...Deşerseniz yerinizi bilemezsiniz. Kendinizi yollara vurursunuz; sirkler, panayırlar, sokaklar... Bir yerde patlar o. Ve hepsinin sonu gibi kanlı olur.
Bizde kan kokusunu köpek cinsi sever. Kesici bir cisimle iki gözünün ortasından harakiri yapabilirler. Benim yüzgeçleri kesmekse ölümle son bulmaz, anca süründürür. Efsane olmak için yeterince komik bir görüntü!
Yüzgeçlerimi seviyorum. Ama baloncuk çıkarmak dışında daha büyük kabahatleri olan bir ağzım var.
Ha bir de kontrol edemediğim karman çorman bir zihnim...Ara sıra görüntüler donuyor. Sonra o görüntülere hikayeler oturtuyorum. Anlamlı anlamsız... Benim görüntülerim başkalarının hikayeleri oluyor. Böylece anı eksiltiyorum. Yoksa deşmeye başlayabilirim her an. Bir kutu hap içip yüzgeçlerimi keserim. Komik görünmek pahasına!

7 Eylül 2009 Pazartesi

Kırmızı Balık Kaç Kaç!



Her birimizin mucizesi var. Yenilenmemin şerefine kibriti çakıp göğe uçuşunu seyrediyorum. Bir balık zırvası kısa olduğu oranda gerçeği yansıtır. Kurduğu uzun cümleler düşük oluğu surette bir balığa aittir. Özne-yüklem ilişkisi on saniyeden sonra bozulur! Hikaye yazmaksa kafası dumanlı bir balığın hayatı boyunca peşinden koştuğu ereğidir.


Bundan sonra kısa cümleli uzun "zırva"ları gündüzleri kendilerini kamufle edebilen "normal ucube"lere adıyorum!


Şerefe!

22 Nisan 2009 Çarşamba

(zırvalamaya devam...)





Doktor amaçsız adımlarla odasına döndü ,çekmeceyi açıp tadı genzine henüz inmiş naneli şekerden bir tane daha aldı.Nane kafasını açmaya yetmeyecekti ama mide bulantısı geçecekti. izlediği bilim kurgu filmleri,lüzumsuz çizgi-romanlar,zum olmadan hemen önce yapılan akıl dışı sohbetler...Sanki beyninde hiç bilmediği bir yerde ani bir patlama olmuş gibi daha önce hiç birleştirmediği pek çok anı anlamsız biçimde arka arkaya sıralanıyordu.Başı döndü... Üzerine bir gece uyumak iyi gelecekti. yarına herkes sağ uyanırsa çılgınlığını bir kalıba sokup kendi içini rahatlatacaktı. Yasal ve vicdani düzenlemeler arasındaki mesafeyi kapatmak için yalnızca bir gece lazımdı. Çekmeceyi açıp naneli şekeri cebine attı,çocukluğunda yaptığı gece yolculuklarını andıran bu bulantı büyükannesinin siyah poşetlerini acil ihtiyaca dönüştürse de şimdilik bastırılmaya muhtaçtı. Yarın zor bir gün olacaktı ve kafasını açmaya yetecek tek araç midesini umursamadan aklına vurduğu halde alkol bu gece için uygun bir dost değildi.

Öte yandan hastane kantininde kafein ve nikotinle yaşayan kadın elindeki numaraya boş gözlerle bakıyordu. Belki de birazdan yukarıda sadece nefes alarak insan üniforması taşıyan zavallı arkadaşına en büyük kötülüğü yapacaktı. Telefonun ahizesi kalkacak ve hastane kantinine ulaşacak olan o dalga yukarıda uyuyan genç kadının kalp ritminde ani bir artış yaşatacaktı! Yoo...Hayır! Genç kadın büyük aşklara inanıyordu evet ama bu kadarı çok fazla melodram seyretmenin yan etkisinden başka bir şey değildi. Gerçek olan tek şey iyiler ya kazanır ya da ölür! Nefes almaları onları insan yapmaz, sadece can'lı yapar. Daimi surette uzayan tırnakları ve saçları olur, bitkiler gibi budarsınız. Emin olun daha sıkıcıdır. Bu yüzden insanlar çiçeklerden de sıkılır. Bakması zor olduğundan değil, verdikleri tek tepkinin zaman zaman tomurcuklanma olmasından...Genişlerler...Devamlı büyürler...Ama arkadaşı bu kadar bile tepki vermeyecekti artık. Yukarda atan artık bir kalp değil sadece hareketsiz uzuvlara kan pompalayan bir araçtı. Birinin o serseriye belki de bunun sorumlusu olduğunu söylemesi gerekiyordu. Ama her melodramda olduğu gibi kötüler hep en kötü, taş kalpli ve zalimdir. Senaryoların aksine de tek kazanan onlardır.

20 Şubat 2009 Cuma





ZIRVA




(Uykusu kaçan her sağlıklı insan bir parça da olsa saçmalar ve uyku bozuklukları çoğunlukla psikolojik sebeplere dayanır!)






Hikaye içinde bir hikayedir bu...Sonu ya da başına dair en ufak bir bilgi yok. Mekan için en sevdiğiniz yer sizin olsun, biraz renk biraz ışık olsun sadece,balmumundan boyalarınızı avuçlarınıza alın,akreple yelkovanı rehin bırakın; sadece mantık kurallarına ters düşmemek için gelecekten bir an seçin, zaman dediğimiz zaten yanılsama!

Lethe aldanmıştır. Gönlü geniş insanlar sevgilerini saçabilirler, sömürülebilirler fakat asla kelimeler konusunda savruk olamazlar! Günlükler anneden saklanmazdı belki,giz yoktu bir zamanlar ama kalabalıkların içinde soyunmak gizden öte cesarettir! Evet...Lethe yanılmıştır. Hayat bir hikayeye sığamayacak kadar çok cümle barındırıyor,ömrünün sonuna kadar sussa bile çok fazla insan konuşuyor! Seyirci kalmak susmaktan daha zor...Elinde kalansa sadece tasavvur...Hayallerinin ipini çoktan salıverdi,içlerindeki helyum bir gün nasılsa bitecekti...Renkli plastiklerle kalakalmaktansa en güzel anında vedalaştı onlarla,kocaman rengarenk,capcanlıyken tereddüt bile etmeden hepsini boşluğa bırakıverdi. Sonra bir hikaye yazdı. Bir rüya,masal ya da hayal değildir bu! Pembe ve uçucu her şeyi silip atmıştır literatüründen,hayallerin iplerine bağlamıştır.Korkmayın büyük hayallerdi,taşıyabilecek kadar büyük... Ve işte şimdi hikaye başlar!

Zamanı ikiye bölen bir kaza...Hayatını da beynini de ikiye bölmüştür artık. Sağ şakağındaki kemik gözünü azad edip beynini parçalamış,beyniyle birlikte anıları da saçılmıştır. Bedeni can çekişirken ruhu, hayallerle harmanlanmış anılarını tutmayı, bir araya getirmeyi başaramamıştır(helyumdan olsagerek!). Aslında bir zamanlar kalmak için herkes kadar sebebi vardı; en az hepimiz kadar!

Doktorumuz kahramanımızın yaşam savaşına hayran kalmakla birlikte çocukluğundan beri
aklını zorlayan, sınırını aşan her şeyi gerçekleştirebilecek kadar cesur olduğu bir dönemdedir. Önce aylardır ötenazi bekleyen hastasının odasına sızar; yüzüne bakar. Hiçbir kıpırtı yok! Aylardır seyrettiği o cansız kas hareketleri dışında! Ömrünün son deminde güzel bir malzeme bulmuştur...Öbür tarafta görevini tamamlamak için ağır yaralı bir komutandan emir bekleyen bir beden vardır,teslim olma zamanı yakın...Yasal düzenlemeleri uyarlayabilecek karar yetki sahibidir,deli tarafı biraz cesaret verse an meselesidir...Korkar! Felsefeye olan o anlamsız ilgisi septik tarafını da harekete geçirmektedir. Tekrar hastasına bakar;

-Belki de biraz daha beklemeli!
İçses;
-Kız ya ölürse?
-Yenisi gelir...
İçses;
-O olsun!!!
-???

(uyku zamanı...arkası yarın!)

22 Ocak 2009 Perşembe

Ara Vermek İyidir!


Ara vermek iyidir...Filmlere sığınırsınız,kesmez. Ardından kitaplara...Kalem kağıtla ilişiğiniz kesilip parmak uçlarınız tuşlara dokunduğu anda büyü bozulmuştur belki, artık kendinizden kaçacak yer yoktur.

Şu anda en büyük düşman küçücük kutuya teknolojinin acımasızca sıkıştırdığı melodiler...Hepsi haindir,yaralar, yargılar ve asla unutmazlar...Dilinin evrenselliğinde karışır gidersiniz ama asla yaşantılarınızın kronolojisini karıştırmazsınız...Hangi şarkı sizi nereye götürceğini asla unutmaz, hepsi anılarınıza sizin kadar sadık...Bazı şarkılar üzerlerine acınızı yüklenir,bazıları taşıdığı acıyı üzerinize bırakır...
Bu ara dinlediğim şarkılarda garip bir ritim var; anlam yüklememe izin vermeyen bıçak gibi keskin şarkılar. Düşündürüyor,dünyayı dolaştırıyor,tarihi sınıyor...Kulağınıza çalınan melodisiyle sizi eğlendirse de, ismiyle yaşadığınız şehre ait kaygıları zihninize işliyor. Sorgulamıyorum, yargılayamıyorum...İnsanlığımla övünemiyorum. Birbirine benzeyen şehirlerin analizini yapmaya korkuyorum, çünkü artık her şey çığırından fazlasıyla çıktı! Zaman içimizde kötü olan her şeyi daha da azdırıyor. Basitliğimize karışmış hırslarımız, bencilliğimizi gizleyen merhametlerimiz var. Teğet geçen krizlere, sesini duyduğumuz füzelere aldırmadan hala biz bir yerlerde ikili ilişkilerde boğulup kalıyoruz, klişeler bize eşlik ediyor! Böcekler gibi yaşıyoruz...Gördüğümüz aslında geliştirdiğimizi sanıp kendimizle övündüğümüz dünyalarımız değil, bizi ezen "büyükler"imizin ayakkabıları...Marka verip kendi klişelerimde boğulmaya devam etmeyeceğim,eziyete lüzum yok,tamam...Susuyorum!