30 Ekim 2010 Cumartesi

Araf


Kimliksizdim.
Sessiz ve tarafsız.
Adımlarımı mı ölçmüyorum artık? Kuyruğumun eni boyu öncekiyle aynı değil. Taraf tutuyorum. Haksızlık, bile bile bayrak kaldırıyorum. Mendil bezinden ve de pamuk şeker sapından yapılınca daha az masum olmuyormuş ki.

Tarafsızdım.
Kimliksiz ve de sessiz.

Hala büyük büyük sabırsızım, daha az unutkan. Güne aynı soruyla uyan, aynı soruyu uyku öncesi hatırla, yine ona sarılarak uyan. Olacak iş mi? Soruları sevmem ki!
Sabırsızım. Ve üstelik artık birazım susuz yaşıyor, özgürlük var kıyısında. Uzun süre taze oksijen tüketebiliyorum, içim şişmeden. Havaya dokunurken var. Suyu özleyip yüzümü yıkarken hep, hep tarafım var. Yıkayınca geçmiyor. Yüzüm biraz tedir-gin renginde. Biraz üzgün renkle boyanıyor sonra. En son yine sabırsız ve de meraklı. Ama merak rengi hiç yakışmaz.

Sessizdim.
Tarafsız ve de kimliksiz.
Ama en çok da sessiz.

20 Ekim 2010 Çarşamba

Pusula



Sarsak bir balık hiçbir şeyi vaktinde yapamazmış...
Kozadan çıktım.





Evet belki hala biraz sarsağım ama...
Meğersem Denizkızı'ymışım!

12 Ekim 2010 Salı

Yıldızlı Pekiyi



İyot bünyemde tavan yaparken başka bir sarhoşluk hakim. Başım ağır, günler kadar... Geceleri taşıyoruz, günler gibi başım da yorgun. Karanlığı özlemek. Yüzeyde kayalara sinmiş balıklar varmış, tatlı su yorgunları... Bizim gibi tuzla ovalamamışlar pullarını. Bilmezler hiç koku alamazlar. Keskin kokular hep derinlerde. Doğru bilmişler hayatı hep yanlış yaşamışlar. Büyük adamlar gibi konuşmuşlar... Yanılmış tekrar yorulmuşlar...

Özlemişim.
Dipten derinden daha mı güzelmiş, bir başka mı parlakmış yıldızlar? Kocamandı yakınken koskocamandı. Uzansam tutarım sandım. Plastik şişelerde hapis hayatı, floresan cızırtıları ve bön bakışlar.
Geçti hepsi. Cama dayanarak uyumuyorum, nefesler suyuma karışmıyor artık. Pullarıma derisi kalın parmaklar değmiyor. Kirlenmiyor suyum. Mümkün değil ki. Kıyılar var uzak bir yerlerde, temizliyor hepimizi...
Ben gökteki ayı yıldızları taşırım daha... İyi böyle. Pekiyi.

8 Ekim 2010 Cuma

Kavuşma


Ciğerlerim yandı evet, heyecandan. Suyum bulanıkken tatlı mıydı ki?
İlk yağmur damlasında kokusunu almadım mı özlemin?
Taze oksijende iyotu azmış, fazlaymış... Kimin umrunda? Canlı taklidi yaparken kocaman gözlere, hangi kar-zarar dengesi şimdi? Mutluyum... Kaçtığım karanlıklarda huzur... İçim aydınlıkken her yer gün. Huzurmuş bir yerlerde, rüzgar varmış, yağmura rağmen güneş varmış içimde. Mis gibi yosun kokarmış pullarım, parlakmış...

Sırtüstü yattım şimdi, yüzgeçlerim ensemde. Bir minik mendil sallamaca... Yüzgeçlerim tatilde. Damlalarda halkalar... Gökyüzü benimle. Mendil gittiğinde yine sallarım, bıkmadan koşarım, duyarlı denizatı gelecek biraz sonra. Çabuk geçsin birazlar. Yüzgeçlerim kireçlenmesin. Minik tombul parmak da gelecek bi gün bi gün, antlaşmamız var. Sözüm söz! İki dünya var artık. Huzur mu? Evet, biliyorum... Tanıdım galiba!

5 Ekim 2010 Salı

Nefes Gibi ya da Başka Bir Şey!


Yerim ufaktı. Çok canımı sıkıyordu bön bakışlar. Okyanus rüzgarı özledim. Değişiklik istedim azıcık. Sırtüstü yattım suya, yaşarken bile bu kadar gerçek değildim. Ölü gibi olmak daha kolay!
İnandı bu yüzgeçsiz yarım akıllılar. Ama planım tutmadı. Beyin hücrelerim yumurta kabukları ve yemek artıkları arasında tek tek can verirken yarım akıllıların en duyarlısı bir avuç dolusu gözyaşıyla aldı beni. Çöpü boylarken de öldüğüme inanmamıştı. Tuttum kendimi, tüm soluksuzluğa rağmen kuyruğum dahi oynamadı! Açtım gözlerimi kocaman. Ama minik tombul parmaklı yarım akıl, anladı beni başka bir gezegende, saçma sapan bir antlaşma imzaladık. Sözsüz sessiz...

Bir reçel kavanozunda bir gece birlikte uyuduk. Yastığından ayakucuna değin yuvarlandım. Ertesi sabah içim dışımda bol yaralı bereli bir bisiklet yolculuğunun ardından kavanoz kapağı açılır açılmaz keskin tuz kokusu... Ve işte deniz!
Geçti her şey! Şimdi yaşamak böyle bir şey mi?