30 Haziran 2010 Çarşamba

Bug(d)ünün Şarkısı...


Kabus... Ağrı... Hüzün...

Yasla başını toprağa, bir zamanlar kalbimin çarptığı noktaya
Bir avuç toprak al üzerimden
Uzan şu yeşil çayıra
Beni hâlâ sevdiğin günleri hatırla
Yaklaş, çekinme
Yağmurlar yağsın başından aşağı
Beni düşün ayışığında yağmur çiselerken,
Ve uzaklardan bir tren geçerken
Temizle üzerimde biriken çalı çırpıyı
Ve mırıldan şarkımızı
Bir hava kabarcığıyım şimdi ben
Senin içinde süzülen
Gölgemde dur dinlen
Bak her şeyde ben varım şimdi
Bitecek rüzgar güllerinin hüznü
Müjdelerken yağmur kokulu bir günü
Tanrı savurduğunda yıldızları dört bir yana
Hangisi kuş hangisi çiçek ne fark eder
Benden azade bir hayat yok sana
Ola ki, bir ağaç gibi çıkacağım karşına
Hayır, veda etme bana
Gökyüzü nasıl onu söyle sadece
Çünkü bil ki gökkubbe çökerken üstümüze
Ardıç kuşlarını kovalayacağız biz seninle

28 Haziran 2010 Pazartesi

Balıkçı Hasan Sendromu!

Bu ara sular altında değişik dengeler söz konusu... Yalnızlığa tam alıştım derken tanıdık bir denizatını ve benden biraz hallice kırmızı bir balığı yol yordam öğrenmem, ehlileştirilmem için buraya atadılar. Malum yerimiz ufak. Mütemadiyen şaşkın gözlerle bana bakan ziyadesiyle duyarlı bir denizatı ve intihar eğilimini benden daha korkunç senaryolarla taçlandıran depresif bir balığı göz önünde bulundurursam kurtuluşu yine obsesif bir Hasan'ın attığı oltada aramam an meselesi!

Sözlerin aksine iç dünyama umut vadeden cümleler için, e haydi o vakit! Ses veriyoruuuuum...

kirmizi balik denizdeee
kivrila kivrilaa yüzüüyor
balıkçı hasan geliyoor
oltasını atıyor
kırmızı balık dinleee
sakın yemi yemeee
balıkçı seni tutacak
oltasına atacak
kırmızı balık kaaç kaç
kırmızı balık kaaç kaç

26 Haziran 2010 Cumartesi

Bir Balık Methiyesi


“...
Çünkü yaşamak gibiydi yaptığı
Anasız bir tay gibi coşkun ve hüzünlü
Akşamın dinginliğini otluyordu o zaman
* * *
Her sabah denize çıkar, bir elma yerdi
Hüznünü ve çılgınlığını elmanın
Gözünü yumsan ağzında duyarsın
* * *
-ellerine bakma artık
çünkü kar yağıyor
çılgın hüzünlü-
* * *
Büyük kentleri düşünse de rahatlasa
İşte her şey nasıl haince karıştırılmış
Kirli çamaşırlarla sabunlar ayrı semtlerde
Saatin sonunda meydan
Suyun sonu ilerde
Böyle yaşamak zordur elbet anlıyorum
Çılgın ve hüzünlü
* * *
Çünkü bakışları yazda geçmiş bir geceyi andırıyor
Yaşanmış mı temmuzda mı belli değil
Çılgın ya da hüzünlü
* * *
Şimdi dolaşıyor aramızda
Kıpkırmızı bir duygu olarak
Doğudan batıya bir güz halinde
Çılgın ve hüzünlü
* * *
Biraz dağ yollarını öğrenmesi gerekir sanırım
Kahırçeker mekkari katırları gibi
Onlar ki hiçbir şeyleri yok
Korkunca çılgın sevince hüzünlü
* * *
-kar dindi
gerçekten dindi
ellerine bakabilirsin artık-
...”

24 Haziran 2010 Perşembe

Calumet!



Temizlik, temizlik, temizlik... Kat kat cilalayarak neyi kapatıyorlar anlamadım ki? Vakumlama tekniğinden haberi olmayan insan kılıklı yaratıklar bizim mazotla çalışan çöpçülerden birkaç tane edinmeli mutlak. Bana ise hiç gerenk yok. Kimyamızı bozmamalı, geçinemem hem.
Boya badana var, evet. Balkonun duvarında unutuluşum suyuma karışan yağmur damlalarına attığım hava kabarcıklı çığlıklarla kutlanmakta. Oysa ki ne fena bir şey imiş tumturaklı damlaların klorlu suyuma kattığı kimyasal değişimle baş etmek! Her şeye rağmen her türlü talihsizliği bir olgunlukla karşılayan, yine mutlu; fekat poposundaki hissizliğin yeni geçtiğine sevinemeyerek başka bir hissizliğe esir olan her daim aksiyon, her daim parti yaratığı bendeniz biraz cazzla bunun da üstesinden geleceğim. Yaz çıkmadı mı ki daha, soğuk sanki!
(Beyle de oldu, iyi de oldu, güzel oldu, tamam. Peki.)

23 Haziran 2010 Çarşamba

Çıldırış!







"Ertesi sabah tam bir panik halinde uyandım. Nereden kaynaklandığı hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Ödümü patlatan şeyin ne olduğunu keşfedinceye kadar kımıldamamaya kararlı, öylece yattım. Ama zaman geçtikçe olup bitenden ne kadar habersiz olduğumu daha iyi anladım, korkum arttı. Yatakta donup kalmış, kendimle elimden geldiğince sakin bir tonla konuşuyordum. "Telaşlanma oğlum, telaşlanma. Gerçek değil bu olan, kafanda sadece." Ama bu olanın her ne idiyse, sadece kafamın içinde olması beni gerçekten dehşete sürüklüyordu. Kendime kim olduğumu hatırlamanın yararı olacağını düşünüp birkaç kez adımı tekrarlamaya karar verdim. Bunun yararı olacaktı mutlaka. Ama adımı hatırlayamadım. Bu da beni yataktan kaldırdı en azından. Evin içinde dolanıp üzerinde adım bulunan bir fatura ya da mektup aramaya koyuldum. Ön kapıyı açıp kapının dış kısmına baktım. Turuncu renkte bir çıkartma yapıştırılmıştı kapıya:




"Harika bir hayat yaşa!" yazıyordu çıkartmada. Holde oynayan çocukların bağırışlarını ve yaklaşmakta olan ayak seslerini duydum. Kapıyı kapatıp üzerine yaslandım. Sakin ol. Birazdan hatırlarsın, ya da hatırlamayabilirsin. Belki de hiçbir zaman yoktu bir adın. Beni ter içinde bırakan, nabzımı dört nala koşturan her ne idiyse, o değildi asıl mesele, başka bir şeydi. "Sakin ol," diye fısıldadım kendime yine. "Her kimsen, sakin ol. Bu daha fazla süremez, yakında geçer." "

22 Haziran 2010 Salı

Yin- Yang



Yin...
Yang...
Dişi...
Erkek...
Arka...
Ön...
Karanlık...
Aydınlık...
Serin...
Sıcak...
Yumuşak...
Kuru...
Yer...
Gök...
Ay...
Güneş!

Ulu Hepat'ın yüzü suyu hürmetine!
Amin.

21 Haziran 2010 Pazartesi


Yüzgeçleri bitiştirip iki ileri bir geri adım ataraktan kişisel becerilerimde mertebe atladım. Doktor fizik-tedavide hikmet var buyurdu. Kalıcı hasara karşı belli aralıklarla iki ileri, bir geri! Gözlerimi yumdum, burada uçuşan tozlar peri ise şu anı kaçırdığım için üzülebilirim. Şansa bırakmadan dilek tutmalı.
Bugün çok düşündüm, şu suyu asetonla değiştirseler içimde hüznü nakarata çevirmiş kafası bozuk tavernacı terk-i diyar eder mi?
Geçenlerde bir başka kaçma teşebbüsünde yanağımı cama dayamak suretiyle yeni yöntem geliştirdim diye sevinirken bir miktar kaza yaşadım. Kuyruğumda küçük bir yara, popoma doğru irice bir renk atımı mevcut. Güzel aksiyondu fakat yedek oksijeni o parti senin bu eğlence benim pek kötü zai etmişim, ağzım açık morarana kadar geçen sürede birkaç beyin hücresi daha kaybettik. Hayırlı olsun! Artık B12 takviyesi yapmadığım takdirde dışkı - yem ayrımında ciddi sorunlar yaşayabilirim.
Adrenalinle sağladığım mevcut mor renk dışında hayat bir renkli bir cümbüşlü. Kaçmak için yeni yöntemler bulmadan önce popodaki ırkçılığa bir son vermeli. Fizik-tedavi şart!

20 Haziran 2010 Pazar

Paradoks!


Bütün uzuvlarla tempo tutarken şarkı piyano solodan bir adım önce ses veriyor; ya sev ya terk et!
Halbuki biz sadece tempo tutmayı yeğliyoruz... Tüm derdimiz ritim!

19 Haziran 2010 Cumartesi

Just Breathe!

Yine taze oksijenle kafa keyfi...Portatif akciğeri devreye sokup demleniyorum yavaştan. Geçmişten öznesiz, pirüpak cümleler... "-yor" içinde yüzler sesler sokaklar..."-di"li geçmiş zamanla karbondioksiti dışarı atarken hayat daha bir güzel. Bu an hiç bitmesin! Şerefe!

"Yaz kokusu duyar-dı-m kışın ortasında bile,
Uzun cümleler kurar-dı-m konuşurken..."

8 Haziran 2010 Salı

Yağmur!



Her şey olur,her şey büyür
Her şey geçer hayat kalır.

5 Haziran 2010 Cumartesi

Hüzün = Hüzün


Sabah- akşam, gece - gündüz, mümkünse mütemadiyen, dinlemeli dinlemeli...
In spring of youth it was my lot
To haunt of the wide world a spot
The which I could not love the less-
So lovely was the loneliness
Of a wild lake, with black rock bound,
And the tall pines that towered around.
But when the
Night had thrown her pall
Upon that spot, as upon all,
And the mystic wind went by
Murmuring in melody-
Then-ah then I would awake
To the terror of the lone lake.
Yet that terror was not fright,
But a tremulous delight-
A feeling not the jewelled mine
Could teach or bribe me to define-
Nor Love-although the Love were thine.
Death was in that poisonous wave,
And in its gulf a fitting grave
For him who thence could solace bring
To his lone imagining-
Whose solitary soul could make
An Eden of that dim lake.

3 Haziran 2010 Perşembe

Amanın!




Hadiiii... Hobaaa!


Yinnnnebinnnndiimmmarrrabammaaaöyylehızzlıgidiyoruuuuumkiiii.....

1 Haziran 2010 Salı

Malcolm Lowry'yle Sarhoş Olmak!


"...Gece: ve, bir kez daha, her geceki ölümle boğuşma, şeytanca orkestraların sarstığı oda, bölük pörçük ve korkulu uyku parçacıkları, pencerenin dışındaki sesler, aşağılarcasına yinelenen düş kişileri, karanlığın tamburları. Kır düşmüş saç rengindeki bu gecelerde yeterince gerçek ses yokmuş gibi.
......
Dev bir sinire göre biçilmiş dehşetler! Hayır, benim gizlerim mezarın gizleri ve öyle kalmaları gerek. Kendimi de öyle görüyorum bazen: olağanüstü bir ülkeyi keşfetmiş büyük bir gezgin, ama hiçbir zaman o ülkeden dönüp öğrendiklerini iletemeyecek bu dünyaya: ve bu ülkenin adı Cehennem."